top of page

Kitap hakkında...

Güncelleme tarihi: 25 Şub 2021


Kitap hakkında gelen eleştirilerin hepsi -eskiden yeniye, tarih sırasıyla- aşağıdadır. Okuduktan sonra eleştirilerini bana gönderen herkese teşekkür ediyorum. Geldikçe ekleyeceğim. ***


Ali Çurey'den gelen:


Sevgili Cumhur kitabını aldım.

Öncelikle, böylesi tarihsel belgeleri içeren, bu eserin, bilgimi ve bildiklerimi, daha da zenginleştirdiği için ve ayrıca kitaplığımda, böylesi güzel bir eserle, bereketlendirmiş oldun. Yürekten teşekkür ediyorum. Sağ ol, var ol…


Aynı zaman dilimi içinde, farklı bölge ve beldelerde görev yaptık. Gördüklerimizin ve yaşadıklarımızın ve olayların nüans ayrılıkları dışında, farkları yok. Buna rağmen, dehşet içinde ve içim ürpererek, o günleri yaşattın. Aynı filmi ve aynı tiyatro oyununu defalarca izler gibi okudum. Ve kafamda şu soru düğümlendi.

-Neden, Neden ve Neden?

Bu, Asyanik halklarda (genelde) benzer acılar, hep tekrarlanır ve hiç ders çıkartılmaz. Bunu “DIŞ GÜÇLERE” yıkıp, işin içinden sıyrılırlar. Kendileri için, hiçbir hata ve kusur aramazlar? Buna, yanıt bulmakta zorlanmıyorlar. Yine, neden? Ancak bu halklarında en azından sureten insan olarak görünmeleri beni utandırıyor! Özellikle T.C yurttaşı bir insan olarak, Türkiye ayağına baktığımda manzara şudur:

1-T.C. 600 yıllık, TEK ADAM yönetiminde “VAR” olan bir sistemin “ARIZALI DOĞAN” çocuğudur.

2-Bu çocuk (T.C) bugüne dek üç korku içinde büyüdü. İç ve dış düşmanlar, Komünizm ve Bölünmek…

Maalesef, aynı söylem ve eylemler, bazı eklentilerle devam etmektedir. Şu anda, sürdürülen veya özlenen “TEK ADAMLIK” sistemi, her şeyin eskisinden farklı olmadığının kanıtıdır ve bu kez, T.C’ nin varlığı, “DİNSEL İNANÇ” a bağlandı. Herhalde birliğimizin katalizörü olarak, bu anlayış gündeme sokuldu. Onun için de “İTAAT” ve “BİAT” ile “ÜMMET” varlığımızın teminatı olarak kutsallaştırıldı. Ve böylece “ULUS” anlayışı, şimdilik küllendirildi.


Sevgili Cumhur, hepimiz, olaylara üzülüyoruz. Kendi çapımızda, üzüntümüzü, bildiklerimizi veya bildiğimizi sandığımız kavramlar içinde, sözlü veya yazılı olarak dile getiriyoruz. Böylece, rahatlıyoruz. Şayet “AKIL TUTULMASI” denilen onulmaz hastalığa yakalanmadıysak, olayların “oluş” nedenini ve tekrarlanmasına neden olan, eksiklikleri tespit edemiyoruz. Enteresandır, dünü unutturarak, günü kurtarma alışkanlığı ile yaratılan, her olay, gündemi işgal ederken, bizlerde bu oyunun bir parçası haline geliyoruz. Onun için, geçmişte, kendi koşulları içinde, meydana gelen olayları, anlatmak ve yazmak alışkanlığı, yarını unutmak için boğuştuğumuz sunumlar haline geliyor.

12 Eylül'ü sorgularken, 1 Mart Tezkeresini unutup, bir sıra ve bir süre halinde gelişen, olayları, hiç hatırlamıyoruz. Oysa, şu anda yaşadığımız olaylar, bu geçmişin değişmez ve değiştirilemez fotokopileridir. Görsel ve yazılı sunumlara dikkat edersek, çoğu yetkili ve etkili kimlikleriyle tartışan insanların hiçbir olayın temel nedeni üzerinde, tek bir sözcükleri yoktur. Sadece biri birlerini “yalancıktan” mat etme yarışı içindeler.

Demek ki, biz buyuz. Onun için ne yazarsak yazalım ne söylersek söyleyelim, içimizdeki acının, gizemli dünyasında göçüp gidiyoruz. Tanrı hepimizin yardımcısı olsun.


Tekrar tekrar eline, diline sağlık.

Ali Çurey


***


Yusuf Yüksel Köken'den gelen:

Her şeyden önce Sevgili Kardeşim Cumhur’u kutluyorum.

Akıcı, çarpıcı ve sürükleyici üslubuyla harika bir kitap olmuş. Ama ondan daha da önemlisi, yaptığı doğru tespitlerle buna ilişkin gerçekçi değerlendirmelerin her şeyin üstünde bir değer taşıması ve gelecek kuşaklara ışık tutacak mahiyette olmasıdır.

Hepimiz 12 Eylül 1880 Darbesi veya Müdahalesinin bir şekilde içinde, kenarında veya ilişiğinde bir yerde yer aldık. O günleri, öncesini ve o günden bugüne kadar geçen 40 yıllık süreci ve geldiğimiz yeri yaşayarak gördük.

Öte yandan, bildiklerimizi ve 40 yıllık yaşanmışlıklar sonucu elde ettiğimiz değerlendirmeleri ölmeden ve öbür dünyaya götürmeden önce gelecek kuşaklara aktarmanın bizim için bir vazife olduğunu düşünenlerdenim. Hele bugüne kadar oluşturulan ve tüm kötülüklerin nedenini Askere ve 12 Eylül’e bağlayan algının neredeyse değişmez bir gerçek gibi kabul edildiği bir ortamda Cumhur’un yaptığı bu değerlendirme çok daha önemli hale gelmiştir.

Geçmişi, o günlere ilişkin olayları ve o olaylara damgasını vuran kişileri veya kurumları yargılarken olaylara tarafsız bir zihin yapısıyla yaklaşmak ve her şeyi o günün şartları içinde değerlendirmek önemlidir. Cumhur da bunu büyük ölçüde başarmıştır. Sadece bu yaklaşım bile Cumhur’u takdir etmeye yeterlidir.

Kitabı ve içindeki değerlendirmeleri uzun uzun anlatmayacağım. Ancak her arkadaşımın bu kitabı almasını, okumasını ve okutmasını şiddetle tavsiye ediyorum. Çünkü bu kitap, bir anlamda, gelecek nesillerin tarihi doğru anlamalarına ve değerlendirmelerine ışık tutmaktadır. Ayrıca kitap, uzun yıllardan beridir bu konuda sadece siyasilerin ve aydın geçinen bir avuç yazar-çizerin bilerek veya bilmeyerek yürüttüğü psikolojik savaş sonucu TSK aleyhine oluşturulan haksız algının bir ölçüde giderilmesine veya dengelenmesine katkı sağlamaktadır. Bu da taraf tutarak değil, yapılan doğru tespitler ve değerlendirmelerle yapılmaktadır.

Cumhur Kardeşim, bir devre arkadaşı olarak seninle iftihar ediyor başarılarının devamını diliyorum. Bu arada yeni yazılarını ve kitaplarını bekliyorum. Yusuf Yüksel Köken *** Ulaş Demiray'dan gelen: Sevgili Cumhur kardeşim ve sevgili arkadaşlarım,

Cumhur kardeşimin EYLÜL YALANLARI kitabını aldım ve keyifle okudum. Birikimlerini ve değerlerini bildiğim arkadaşlarımın bu birikimlerini kağıda dökerek sonraki nesillerle paylaşmak istemeleri benim için çok saygıdeğer.. Cumhur bunu bir öykü tadında gayet güzel bir anlatımla başarmış. ikimizin de aynı zaman diliminde ama farklı taraflarda yaşadığımız bir süreç olduğu için elbette bana daha da ilginç geldi..

*

Aynı süreci paylaşmamıza rağmen karşı taraflarda olmamızdan ötürü anılarımız ve yorumlarımız elbette farklılıklar taşıyor. Geriye doğru baktığımız zaman Cumhur’un EYLÜL YALANI dediklerinin bazılarının hiç de yalan olmadığını artık görebiliyoruz..

Yorumlarımızdaki en önemli farklılıksa onun kayıtsız şartsız askerlik mesleğine, komutanlarına hatta Kenan Evren’e olan bağlılığından taviz vermeyen tavrı.. Bense ordumuzun kutsallığına gölge düşüren kim olursa olsun yanlışlarını, hatalarını gizleyerek, görmezden gelerek bir yere varılamayacağına inanan bir arkadaşınızım… Kenan Evren iyi bir asker ve iyi bir insan olabilir. Ama ne yazık ki Türkiye’nin düzenini tümüyle değiştirebilecek nitelikte, birikimde, dirayette birisi de değildi..

*

Öncelikle belirteyim ki 12 Eylül harekatının olmasının yanlış olduğunu düşünenlerden değilim.. Hatta geç bile kalındığını söyleyebilirim. Benim yanlış olduğunu söylediğim ve inandığım 13 Eylül ve sonrası… Harekat, zaman içerisinde teröre hak veren bir yola evrildi.. Örneğin DARBE sonrasında Anayasanın tümüyle değiştirilmesi teröristlerin ve özellikle sağ kesimin zaten hadeflediği bir olaydı. “Kendimiz hapisteyiz, ama fikriyatımız iktidarda” diyen siyasileri her halde unutmadık.

Eğer bu harekat daha meşru bir zemine oturtulacaksa en başta mevcut 1961 Anayasası’nın korunması hedeflenmeliydi. Siyaset “Bulaşılmaması gereken” bir kavram olarak gösterilmemeli ve karalanmamalıydı. Birkaç madde tadilatı ile 1961 Anayasasının işlerliği sağlanabilirdi. Siyasetçilerin yasaklanması, yeni partiler kurdurulması sosyolojik olarak yanlış işlerdi. Hele Anayasa oylaması bir utanç örneği idi..

*

Anayasa’ya din eğitiminin mecburi kılındığı bir maddenin eklenmesi bugün gelinen noktada cesaret verici oldu. Atatürkçülüğü keyiflerine göre anlayıp yorumlayanlar, en başta darbeciler, bunu laiklik ilkesi ile nasıl bağdaştırdılar, anlamak mümkün değildir.

Demokrasiye geçiş sürecinde Erdal İnönü’yü bile veto edip bu ülkeyi Turgut Sunalp gibi “Ordudaki TAŞ GİBİ çocuklar” felsefesini öneren birisine emanet etmeyi planlamaları hangi demokratlıkla, hangi dürüstlükle, hangi akılla izah edilebilir?

UTKU'nun düşüncesinin aksine, bugün bambaşka yerlere evrilen kuşaklar 12 Eylül 1980 mahsulüdür. Siyasetten soğutulmuş, korkutulmuş, toplumsal düşünceyi değil bireysel kazanımı ilke edinmiş gençlik ya da imam hatiplere yoğunlaştırılmış gençlik 12 Eylülün sonuçlarıdır..

*

12 Eylül Cuntası’nın iyi niyetli bir süreç için uğraş verdiklerini düşünsek bile sonuçta ORDU VESAYETİnde sürdürülmesi gereken bir demokrasi bizlere reva görüldü. Bu vesayet 1961 Anayasasında da vardı ama 12 martta biraz daha güçlendi, 12 Eylülde de zirveye vardı.. Sonrasında ne oldu? AKP iktidarı bu vesayeti yıkıp kendi vesayetini oluşturuncaya kadar Ordumuz halktan uzak bir Lale Devri yaşadı. Zaman içinde var olanlarla birlikte TSK ne ait 15 Vakıf oluştu.. Emekli paşalar özel şirketlerin göz bebeği yöneticileri oldular. Paşa malikaneleri her tayin döneminin ardından yeniden ve hatta bazen ithal mallarla tefriş edildi. Ordu evlerinde paşa tuvaletleri ile subay tuvaletleri bile ayrıldı. Örnek olarak Fenerbahçe Ordu Evi için yapılan bir teftiş sırasında Ordu Evi Müdürü’nün kayıplara karıştığı duyuldu.

*

Sonuçta Ordunun içi boşaldı ve bir fıske ile devrilecek bir noktaya gelindi.. Nitekim Ulusalcıların yere göğe koyamadığı Büyükanıt Paşa’nın önüne Dolmabahçe’de eşinin usulsüz harcamalarına ait olduğu öne sürülen bir dosya konunca, As. lojmanların da, kozmik odaların da kapıları FETÖ’ye ardına kadar açıldı.

*

Bunları niye yazıyorum. Cumhur Utku gibi eli kalem tutan, bu olaylara tanıklık etmiş, benden çok daha fazlasını görmüş, yaşamış arkadaşlarım; Boş oturmayın.. Orduyu bu hale getiren sebebleri, kişileri ve yozlaşmaya giden süreci karanlıkta bırakmayın..

Cumhur Utku her ne kadar yaşadığı dönemi biraz da koruyup kollayarak anlatmaya çalışmışsa da bu kitapta saydığım bu olumsuzlukların varlığını da göz ardı etmemiş. Ama yeter mi?

Lütfen yazalım.. Yaşadığımız döneme tanık olalım.. Cumhur Utku’yu kutlayalım ve okuyalım...

Ulaş Demiray

***

Hasan Peker Günal'dan gelen: Eylül Yalanları’nı bir solukta okudum. Gençlik yıllarımda okuduğum 8 ciltlik Kutsal İsyan (Hasan İzzettin Dinamo) kitaplarında yer alan Kurtuluş Savaşı’ndaki yerel olayları okuduktan sonra yazarına gönderdiğim mektup geldi aklıma: “Keşke bu yerel kahramanların kaleminden de bu olayları okuyabilseydik!” İşte senin yaptığın bu. Üstelik –çocukluğumuzdan beri hep takdir ettiğim- edebi kullanımına da bayıldım. Kutlarım.

Bu vesileyle kitabında yer alan konularla ilgili bazı görüşlerimi seninle paylaşmak istedim.

Darbe mi, ihtilal mı, müdahale mi? Sen müdahale diyorsun. Bence siyasi kurumlara yönelik bir darbeydi.

Darbeler (sen müdahale diye okuyabilirsin) illa da silahlı kuvvetler tarafından yapılır diye bir kabullenme uygun olamaz, diye düşünüyorum. Sivil-Asker karma darbeler olacağı gibi (15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi), sivil siyaset tarafından yapılan (ki yaşıyoruz) ve halkın ayaklanması yoluyla yapılan darbeler de vardır.

CIA bardağa attığı şekeri kaşığı eline alıp karıştırmaz; kaşığı eline verir sana karıştırtır; istemesen de sana yapacak çare bırakmaz. 12 Eylül’de de ABD bunu yapmıştır. Evren istediği kadar “kimsenin müdahalesi yoktu; kendimiz karar verdik” diyerek avunmuş olsun.

Darbeler demokrasinin olmadığı ya da “mış gibi” yapılan ülkelerde olur.

Demokrasiye inanmış toplumların (ki ben de onun içindeyim) darbeleri lanetlenmesini doğru bulurum. Ancak, bunu yaparken haklı mı-haksız mı tartışmalarından çok, sebep-sonuç ilişkisinin dikkate alınmasının gerektiğini düşünürüm. Ben “12 Eylül darbesi olmadan ülkemizi kardeş kavgasından, iç savaştan nasıl kurtarabilirdik?” diye kafa patlatan ve bu soruyu yanıtlayan bir siyasetçiye (hatta düşün insanına) rastlamadım. Sen rastladın mı? Ya da rastlayan var mı?

Aslında 12 Eylül, darbe yapılışından çok, sonrasındaki demokrasi ve hukuk dışı uygulamalarla eleştirilmektedir ve bu doğrudur. “Sorumluluk bölgemdeki okulları dolaştım, öğretmenleri karşıma dizdim, saçlarını kestirdim” diye övünen sığ bir general bilirim.

Bir polisin, kitabının bir yerinde yer alan (bilindiği gibi, günümüzde de bir siyasi liderin yinelediği) “Merhamet edersen, merhamet edilecek duruma düşersin” yaklaşımı, demokrasi ile yönetilen ve “hukuk devleti” olarak nitelendirilen ülkelerin yöneticilerinin, askerlerinin, polislerinin yaklaşımı olamaz. Aklın, bilimin, kültürün, yasaların ve adaletin yetersizse buna sığınılması çok doğal. (Benim memleketimde –Milas- bir zamanlar “Kemikkıran” lakaplı bir polis müdürü varmış. Suçluların canına okuyan bu müdür asayişi sütliman yaptı diye eskiler tarafından hala övülür.)

Günümüzdeki din merkezli demokrasi dışı uygulamalarda 12 Eylül’ün payı ve günahı büyüktür. Görev olarak bana verilen Atatürkçülük ders kitabının taslağını Kenan Evren’e sunduğumda, kitapta laikliği fazlaca yer verdiğim/abarttığım, ezanın ve Kur’an’ın Türkçeleşmesi konularının işlenmesini uygun olmadığı ifade edilmiş, “İhtilal yapmış bir hareket olarak bu konular bizi halkla karşı karşıya getirir” denmiştir. (Atatürkçülüğün temelinin laikliğe dayandığına olan inancımı vurguladığımı, değişiklik yapmaktansa kitabı geri çektiğimi, sonuçta “kuşkulu kurmay” statüsüyle Vize’ye sürüldüğümü bilmeni isterim)

Tekrar kutlarım kardeşim. Hasan Peker Günal

***

Celil Çakan' dan gelen: Selam Utku,

“EYLÜL YALANLARI” nı bir çırpıda bitirdim.

Okurken yaşadığın olayların çok çok benzerlerini zamanca beş altı ay kadar faz farkı ile yaşadığım için uzun düşüncelere dalıp gitmişim.

Sadece zaman ve mekan farkı ile.

Ben de Ankara'da Bnb. Rütbesi ile “Doğu bölgesi Özel Asayiş Tabur Komutanı” olarak 21 Tim ile. O zamana kadar asker, polis ayağı girmemiş Kurtarılmış bölgelerinde görev yaptım. Natoyolu, Gülveren, Gülseren, Keçikıran'dan taa Kayaş'a kadar doğu bölgesi... Olaylar İhtilalden sonra bir yıldan daha fazla sürdü...Sıkıyönetim süresince...

Kitabının. SON SÖZÜNÜ bilhassa çok mu çok beğendim. Hissiyatımı 12 eylül için söylemek istediklerimi Şahane özetlemişsin Tebrik ve teşekkürlerimi sunarım Arkadaşım sağ olasın.

Bilhassa DEVLET, ASKERİ VESAYET YERİNE CEMAAT VESAYETİNE ÇOKTAN GİRDİ tespitin şahane.

Selam ve sevgiler gönderiyorum..

Celil Çakan


***


Nevzat Süslü'den gelen: Eylül Yalanları' nı az önce bitirdim.

Tenkit etmek "daha iyisini ben yaparım" iddiasını da barındırır. O nedenle olumsuz bir şey söylemeyeceğim. Sade, basit anlatımı, akıcı üslubu ile kolay okunur bir eser çıkmış ortaya.

Kişisel anılarını paylaştığın ve hafızamızı tazelediğin için teşekkür ediyorum.

Gelecek kuşaklara armağan bir kitap olduğunu söylemekle ve kalemine sağlık demekle yetineceğim. Nevzat Süslü


***

Doğan Kapkıner' den gelen:

Hayatımda ilk defa bir kitabı bir günde bitirdim. Eline beynine sağlık ağabey. Yazıcılığını tartışmak bana düşmez. Kitabın içeriği konusunda katılmadığım bir şey yok dersem yalan olmaz. Geçmişte yapılan tartışmalardan da zaten bu olay hakkında fazla bir ayrıştığımız nokta olmadığının farkında idim.12 Eylül olmalıydı ve oldu. Sonraki gelişmeleri YALANLARA başvurmadan tartışabiliriz. Zaten ihtilalin başı yanlışlarını kendisi de söylüyor. Anlamadığım ne biliyor musun; bu arkadaşlar bugün bu sanal alemde hepsi birden bire Kenan Evren düşmanı oldular. Bu arkadaşlara vahiy mi geldi? Kenan Paşa sonra Eylül ayı içinde biz Ankaralı subaylarla da Harp Okulu salonunda bir konuşma yaptı. Bu konuşmada aklımda kalan iki cümle var: 1.Devlet memuruna ne verirsek siz de aynı şeyi alacaksınız. Kimse farklı bir şey beklemesin. Ben de Genelkurmay Başkanlığı maaşımın dışında bir şey almayacağım. 2.Terörü bitiririz ama PKK olayı bitmez. Uzun yıllar devam eder çünkü o ayrılıkçı örgütün yaptığı terördür, onunla başka türlü mücadele edilir. TEŞEKKÜRLER AĞABEY.

Doğan Kapkıner

***


İlker Dinler' den gelen:


Sevgili Cumhur,

Kitabın bir solukta kendisini okutan bir eser olmuş, Akıcı, tam yerindeki saptamaların, şartları tarih içinde değerlendirmelerin çok yakışmış kitabına. İyi ki yazmışsın açıkçası ben de iyi ki okumuşum.

Herkese özellikle görüşleri başka başka da olsa ağız birliği yapmışçasına, Kenan Evren e saldıranlar ki (maalesef askerlerde dahil) kesim okurlarsa (inşallah) yakın tarihten nasiplenirler. Kitap geçmiş kırk yılın siyasi tarihinde özeti de olmuş. Eline, kalemine, emeğine sağlık.

Sevdiğim yurtsever bir arkadaşımın kitabını okurken her sayfasında gurur duydum. 12 Eylül konusunda bende aynı yerdeyim. Selamlar, sevgiler. Sağlıkla kal.

İlker Dinler


***


Cumhur Akpınar'dan gelen:


Elinize sağlık… Nasıl bir cesaret? Bir yanıyla katarsis... Ne eziyetler çekmişsiniz bu "bereketli topraklar" da... Tribünden hayatı seyredenlerin anlayamayacağı acılar... Fena tecrübeler. Dr. Cumhur Akpınar

***

 
 
 

Comments


  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter

yeni kitap ve yazılarımı takip etmek için üye olmayı unutmayın

üye olduğunuz için teşekkürler!

bottom of page